1
950’lerin sonu, 60’ların başı İngiltere… Mavi yakalı İngiliz
gençlerinin Amerikan rock’n roll müziği ile daha fazla zaman
geçirmek ve kahve içmek için şehir merkezinde ve Londra’nın
yaklaşık 24 kilometre dışındaki Watford kasabasında toplandığı
zamanlar. Yol üzerindeki kafelerin çoğaldığı günlerde genç erkekler
saçlarını Marlon Brando gibi arkaya yapıştıracak ve kızların işten
çıkış saati için Watford’daki Busy Bee Cafe ile Londra’daki The Ace
Cafe arasında mekik dokuyacaklardı; biri olmazsa diğeri. Ancak hızlı
davranmak gerekiyordu ve yol da o zaman için hatırı sayılır bir mesafeydi.
Bir araca ihtiyaç vardı ama bu sıradan bir ulaşım aracı olmamalıydı; hızlı
ve çevik bir araç gerekliydi.
İkinci Dünya Savaşı yeni sona ermişti ve gençlerin elinde her zamankinden
fazla para vardı. Savaş öncesinde İngiliz kültüründe motosikletler
genellikle prestijli ve varlıklı kimselere ait olarak görülürdü; burjuva
sınıfının aksesuarı. Ancak 1950’lerde fiyatları düşen motosikletler, elinde
para olan işçi sınıfının da ulaşabileceği hale geldi. Ve işte bu Watford ve
Londra çocukları için mükemmel bir fırsattı.
Bulabildikleri parçaları birleştirdiler, çünkü o günlerin motosikletleri
onların ihtiyaçlarını karşılamıyordu. Egzoz borularının değişmesi,
gidonların farklılaşması gerekiyordu… Birçoğunun kahramanı İngiliz
GP yarışçılarıydı. Bu yüzden hız en büyük tutkularıydı. Yaptıkları yeni
motorlarla kafenin önünde hız yarışları yapıyorlardı. Rivayet odur ki,
yarışmaya meraklı iki cafe racer’cı gencin yanından geçen bir kamyon
şoförü onlara şöyle bağırır: “Gerçek yarışçılar değilsiniz, yalnızca birer
kafe yarışçısısınız!” Belki de beklenen işaret tam da buydu…
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Bu hikâye üzerinden çok uzun zaman geçti, hem motorlar hem de
markalar teknolojiyle birlikte evrim geçirdi ama Londra’daki Ace Cafe,
hevesli bir motorcu olan Mark Wilsmore tarafından 1994 yılında yeniden
açıldığında cafe racer’lar yeniden yollara düştü.
Uzun yolculuklar için uygun olmayan cafe racer’lar, yapılış amacına
gayet uygun bir özelliğe sahip: Bir yerden bir yere gitmenin en hızlı yolu.
Hızlıca dünyaya yayılan hareket bir zamanların parça motorlarından
yapılan modelini, büyük markaların markaj altına almasına neden oldu ve
elbette sonra akıllara durgunluk verecek güzellikte modeller asfaltlarda
boy göstermeye başladı. Dünyanın en gözde dört cafe racer’ına yakından
bakalım.
Triumph Thruxton R
Paranızın karşılığını en iyi şekilde veren Thruxton R, cafe racer motosiklet
denince akla gelebilecek her şeyin vücut bulmuş hali... Klasik görünümü
ve performansı size ihtiyacınız olan her şeyi sunuyor. 1200 cc su soğutmalı
motoru ile 96hp üretiyor ve 196 kg ağırlığında. Showa çatalı, Ohlins
ayarlanabilir süspansiyonu ve Brembo frenleri, bunu gerçekten çok arzu
edilen bir motosiklet yapan şasi özelliklerinden sadece birkaçı.
Husqvarna Vitpilen 701
Tanıyanların “canavar” olarak adlandırdığı Vitpilen 701, bu listedeki en
güçlü motosikletlerden biri. 693 cc Liquid-Cooled OHC tek silindirli
motoru 75hp’ye ve 166 kiloya sahip olması ileri düzey bir sürüş keyfi
sağlıyor. Ona neden canavar dendiğini anlamak için deneme sürüşü
yapmanızda fayda var.
Kawasaki Z900RS Cafe
Bu parlak yeşil motosiklet, Kawasaki tarafından selefi Z800 serisinin
yerini almak üzere üretilen genç bir model. Z900RS cafe modelinin
oldukça etkileyici özellikleri var: 948 cc sıvı soğutmalı 4 zamanlı In-Line
Four motor, 99 Nm tork ve 110 hp. Süper hafif şasisi sayesinde güçlü bir
sürüş keyfi sağlıyor. Kendi uygulaması Rideology aracılığıyla telefon
bağlantısı kurmasıysa akıllara durgunluk veren bir özellik.
Honda CB1000R Neo Sports Kafe
Japon üretici tarafından yapılan CB1000R, diğerlerine göre nispeten
pazarın yenisi sayılabilir. Motor dünyası onu “dünyadaki en iyi Neo
Sports Cafe Rider” olarak adlandırıyor. İddialı bir motor olduğu için
mi? Mümkün! Yalnızca görünüş olarak güzel değil, aynı zamanda teknik
özellikleri de oldukça etkileyici: 998 cc dört silindirli motor, 143hp ve
104Nm. Hafif ama güçlü bir sürüş... Bu deneyimden kesinlikle keyif
alacaksınız.