G
ünümüz dünyasının mimari sohbetlerinde çağdaş bağlamda
betonun yaşayabilirliği, kerestenin nasıl daha sürdürülebilir
bir şekilde elde edilebileceği ve bambu gibi biyolojik
olarak parçalanabilen malzemelerin kentsel alanlarda
nasıl yaygınlaştırılabileceği üzerine tartışmalar var. Bununla birlikte
etrafımızdaki binaların içini süsleyen, zenginleştiren ve yaşanabilir kılan
mobilyalardan da bahsetmemiz gerekiyor. Peki mobilya dünyasını nasıl bir
gelecek bekliyor? Gerçek şu ki, bu gelecek tamamen yeni malzemelerden
oluşmuyor. Mobilya tasarlamak için kullanılan mevcut malzemeleri
yenilikçi yöntemlerle yeniden şekillendirmek işin kilit noktası, tasarımsal
oklar ise sürdürülebilirliği işaret ediyor.
Örneğin ahşabı ele alalım... Doğal olarak yenilenebilir bir malzeme
olan ahşap evlerimizi, iş yerlerimizi ve eğlence alanlarımızı dolduran
sandalye, masa ve dolaplar için popüler ve sürdürülebilir bir seçim olarak
öne çıkıyor. Ancak günümüzde üretilen ve dolaşımda olan birçok ahşap
mobilya aslında biyolojik olarak parçalanabilir değil. Pek çok ahşap
mobilya solvent, su ve aşınmadan kaynaklanan etkileri en aza indirmek
için uygulanan poliüretanla kaplanmış durumda. Bir plastik türü olan
poliüretanın ahşabın biyolojik olarak parçalanma yeteneğini yavaşlattığı
biliniyor. Bunun çıkış yolu kaplama için tung yağı veya keten tohumu
gibi bitki bazlı yağların daha geniş bir şekilde benimsenmesi olabilir.
Bazı markalar tarafından sert kereste ürünlerini cilalamak için zamanla
daha kolay kompostlaşan ve dolayısıyla daha çevre dostu olan biyoreçineler uygulanıyor ancak bu
yaklaşımın uzak gelecekte daha yaygın hâle
gelebileceği düşünülüyor.
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Biyolojik organizmaların yeni malzemeler üretmek için kullanıldığı biyoüretim, ahşap söz konusu
olduğunda gelecekte yaygınlaşabilecek başka
bir yaklaşım... Mobilya tasarımcısı Sebastian Cox ve disiplinlerarası
araştırmacı Ninela Ivanova’nın 2017 yılındaki bir projesi buna bir örnek
teşkil edebilir. Proje, odun atıklarından ve bir mantar bitkisinden üretilen
bir dizi lamba ve tabureden oluşuyordu. Mantarların vejetatif kısmı
büyüdükçe, odun atıkları kompostlanabilir mobilyalar oluşturmak için
çerçevelerin etrafını sarıyordu. Estetik anlamda ilginç bir gelişme ama
küresel ölçekte nasıl üretileceği belirsizliğini koruyor.
Tasarımcılar laboratuvarda yetiştirilen selülozdan örümcek ipeğine kadar
değişen malzemelerle denemeler yapsalar da, mobilya malzemelerinin
geleceğinde atıkların ön planda olduğunu ve olacağını söylemek mümkün.
Örneğin Hollandalı ZUIVER Group tarafından 2019 yılında üretilen bir
koltuk, kısmen kahve atıklarından oluşuyordu. Mobilya markası Actiu ise
kısa süre önce İspanyol Endülüs bölgesindeki sebze ve meyve kutularından
elde edilen %100 geri dönüştürülmüş fiberglas ve polipropilen plastik
yapımı bir sandalye piyasaya sürdü.
Mobilyaların geleceğinin, mevcut malzemelerin yenileriyle
zenginleştirildiği ve daha cesur, yaratıcı formlar elde etmek için ileri
dönüşüm ve geri dönüşümün yapıldığı bir yöne doğru gittiğini söylemek
mümkün. Bu gelecek mobilya tasarımcısı, araştırmacı, mimar ve malzeme
tedarikçileri arasında daha yakın bir işbirliğini gerektirebilir. Sizce
malzemelerin nereden geldiğine ve nerede son bulduğuna daha fazla kafa
yorarak, çığır açan keşif ve tasarımlara imza atılabilir mi? Neden olmasın?
Kaynak: www.archdaily.com